"TUZ " ŞİMDİ BANA, HANİ NERDE YARALARIN DEMEYİN. HANGİ YARAM NEREMDE BİLEMİYORUM. AMA SİZ, İLLEDE BİLMEK İSTİYORSANIZ, O ZAMAN ALINDA, ÜSTÜME,BİR TUTAM TUZ EKLEYİN...
 
KAYİPYANLARİMİZ
"GÜL CEYHAN"  
  ANA SAYFA
  E-DEVLET LİNKLERİ
  HABER SAYFASI
  RADYO VE TV
  GÜZEL YAZILAR
  KADIN HABER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  CHAT SAYFASI
  FIKRA SERVİSİ
  ŞİİR
  Anket
  Galeri
  MP3 PLAYER
  istatistikler
  FORUM
ZİYARETÇİ DEFTERİ

Myspace Calendars at WishAFriend.com

İsmin:
E-mail adresin:
Mesajınız:

<-Geri

 1  2  3 Devam -> 
İsim:musai kazim düzgün
E-mail:bonouzagweb.de
Zaman:14.09.2008, 15:05 (UTC)
Mesaj:gercekten güzel bir sayfa yaratmisiniz emeyinize saglik

İsim:musai kazim düzgün
E-mail:bonouzagweb.de
Zaman:14.09.2008, 15:04 (UTC)
Mesaj:gercekten güzel bir sayfa yaratmisiniz emeyinize saglik

İsim:musai kazim düzgün
E-mail:bonouzagweb.de
Zaman:14.09.2008, 15:02 (UTC)
Mesaj:gercekten güzel bir sayfa yaratmisiniz emeyinize saglik

İsim:sercan çakmak
E-mail:gamsiz-hayat-52hotmail.com
Zaman:14.09.2008, 12:40 (UTC)
Mesaj:www.bitmeyen-hikayem.tr.gg dilediğiniz hikayeyi istediğiniz gibi kullanabilirsiniz teşekkür ederim

İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:31 (UTC)
Mesaj:Bu köylü çocuğu harbiden saf. Başına gelecekleri bilmiyor. Yakında terk edeceğim onu. Düşüncelerimi, duygularımı allak bullak etmeye hakkı var mı? Hiçbir erkek karısını desteklemez. Çevrem bu olumsuz örneklerle dolu. Kadın bi kez evlendi mi “evinin kadını” olur. Kocasının sözünden çıkmaz. Onun çocuklarını büyütür, onun başarıları için ortam hazırlar. Sessiz, sakin, huzurlu bir evde mutlulukla gülümseyerek açar kapıyı. Somurtkan, yorgun, hasta olmamalı... Kurgulanmış gibi girmeli kocasının koynuna... Zevk almasa bile almış gibi yapmalı... Sonra o uyuyunca aynanın karşısına geçip solmaya yüz tutan gençliğinin son ışık kırıntılarını dondurmaya çalışmalı...
Sahnede dans etme düşüncesinden soğumuştum. Öncelikle okulu bitirmek istiyordum. Son iki yıl sıkı bir çalışma içinde geçmişti. Köylü çocuğuyla her gün birlikteydik. Staj yaptığımız yerlerde işe alınmıştık. Dersimizin olmadığı günler reklam ajansında çalışıyorduk. İkimiz de elimize diplomayı aldığımız gün; ”Verdiğin sözü tutma zamanı geldi. Hadi evlenelim!” dediğinde yüreğim ağzıma geldi. Onu terk edemediğim gibi, laf olsun diye söylediğim o tümceyi de unutmuştum. Mezuniyet törenine gelen anne-babasıyla tanıştırdı. Ayıp olmasın diye eve davet ettim. Ailesi ile çok iyi anlaştı annem. Yöresel şive, gidilmeyen köylerin ezgilerini taşıdı evin içine... Aynı gece söz kesildi; üç gün sonra nikahımız kıyıldı...

İlk kez kocasından önce geliyordu eve. Bunun tadını çıkarmalıydı. Onun sevebileceği yemekler yaptı. Salatayı da unutmadı. Şarabı çıkardı dolaptan. Birlikte oldukları ilk gün gibi kırmızı mumları yaktı. Onunla ilk sevişmesinde, imgeleminde başka bir erkeği canlandırmadığını anımsadı.
Ne tuhaf, benimle aynı boyda olan bu köylü çocuğunu seviyorum galiba. Dans etmeyi de seviyorum. O halde... Sorun diğer erkekler... —Sanırım kocam da biliyor onları. Beni izlerken yakalamıştım bir defasında.- Öncelikle onları terk etmeliyim.
Müzik çalara kaset koydu. Çerçevesi kabartmalı aynayı duvardan alıp hızla yere bıraktı. Annesinin coşkun çağlayanları andıran sesine karıştı çığlıklar...


İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:31 (UTC)
Mesaj:Bu köylü çocuğu harbiden saf. Başına gelecekleri bilmiyor. Yakında terk edeceğim onu. Düşüncelerimi, duygularımı allak bullak etmeye hakkı var mı? Hiçbir erkek karısını desteklemez. Çevrem bu olumsuz örneklerle dolu. Kadın bi kez evlendi mi “evinin kadını” olur. Kocasının sözünden çıkmaz. Onun çocuklarını büyütür, onun başarıları için ortam hazırlar. Sessiz, sakin, huzurlu bir evde mutlulukla gülümseyerek açar kapıyı. Somurtkan, yorgun, hasta olmamalı... Kurgulanmış gibi girmeli kocasının koynuna... Zevk almasa bile almış gibi yapmalı... Sonra o uyuyunca aynanın karşısına geçip solmaya yüz tutan gençliğinin son ışık kırıntılarını dondurmaya çalışmalı...
Sahnede dans etme düşüncesinden soğumuştum. Öncelikle okulu bitirmek istiyordum. Son iki yıl sıkı bir çalışma içinde geçmişti. Köylü çocuğuyla her gün birlikteydik. Staj yaptığımız yerlerde işe alınmıştık. Dersimizin olmadığı günler reklam ajansında çalışıyorduk. İkimiz de elimize diplomayı aldığımız gün; ”Verdiğin sözü tutma zamanı geldi. Hadi evlenelim!” dediğinde yüreğim ağzıma geldi. Onu terk edemediğim gibi, laf olsun diye söylediğim o tümceyi de unutmuştum. Mezuniyet törenine gelen anne-babasıyla tanıştırdı. Ayıp olmasın diye eve davet ettim. Ailesi ile çok iyi anlaştı annem. Yöresel şive, gidilmeyen köylerin ezgilerini taşıdı evin içine... Aynı gece söz kesildi; üç gün sonra nikahımız kıyıldı...

İlk kez kocasından önce geliyordu eve. Bunun tadını çıkarmalıydı. Onun sevebileceği yemekler yaptı. Salatayı da unutmadı. Şarabı çıkardı dolaptan. Birlikte oldukları ilk gün gibi kırmızı mumları yaktı. Onunla ilk sevişmesinde, imgeleminde başka bir erkeği canlandırmadığını anımsadı.
Ne tuhaf, benimle aynı boyda olan bu köylü çocuğunu seviyorum galiba. Dans etmeyi de seviyorum. O halde... Sorun diğer erkekler... —Sanırım kocam da biliyor onları. Beni izlerken yakalamıştım bir defasında.- Öncelikle onları terk etmeliyim.
Müzik çalara kaset koydu. Çerçevesi kabartmalı aynayı duvardan alıp hızla yere bıraktı. Annesinin coşkun çağlayanları andıran sesine karıştı çığlıklar...


İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:31 (UTC)
Mesaj:Şimdi fırsat geçmişti elime... Bu saf köylü çocuğu terk etmenin nasıl bir duygu olduğunu yaşatacaktı bana...
Baba evinden ayrılırken aynayı da koymuştum eşyaların arasına. Onu açmamıştım henüz. Elbise dolabının üstünde duruyordu. Gidip getirdim. Ambalajından çıkarırken asabileceğim bir çivi aradım duvarda...
Köylü çocuğu sessizce izlemişti beni. İşimi bitirince boynuna sarılıp, ”hadi dans edelim” dedim. Şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı.
”Dans etmeyi bilmem!”
“Önemi yok! Bana bırak kendini.”
İnsanın ruhunu sonsuzluğun bir parçası haline getiren klasik müziğin ezgileri loş salona yayıldığında, köylü çocuğu çoktan teslim etmişti ruhunu...

Bu güne kadar hiçbir kadının önünde soyunmamıştı. Ama bu kadın sormadan çıkarıyordu giysilerini. Çıkarmakla kalmıyor, elleriyle vücudunun her yerini okşuyordu. Büyük kente gelmeden önce, volkan patlamaları olmuştu iç denizlerinde; köydeki deli çayın soğuk sularına bırakmıştı kendini... Ama şimdi deli kızın dolgun memeleri doluyordu ağzına. —Onun soyunduğunu görmemişti bile.- Apış arasındaki tüylerine dokunuyor, iç yaylalarında çağlayan nehirde yelken açıyordu...
Müzik susmuş, iç-içe geçmiş bedenleri aynanın içine hapsolmuştu.
Sonraki günler işkenceye dönüşmüştü. Her an, her yerde sevişmek istiyordu ‘köylü çocuğu’yla. O da çıldırarak geliyordu. Dans tutkusunu anlatmıştı ona. ”Seni engelleyen ne?” diye sormuştu. Engel yoktu aslında. Cesaretsizdi. Nereden başlayacağını bilmiyordu. En önemlisi, bale için çok geçti. ”Dans etmek baleyle sınırlı değil ki. Şarkı söyleyerek de dans tutkunu gerçeğe dönüştürebilirsin... Sen bunu yaşamak ve başkalarıyla paylaşmak istiyorsan, gösteri yapabileceğin yerleri araştırırız.”
Ne biçim adamdı bu? İnsan sevdiği kadını eliyle sahneye çıkarır mı? –“Sevdiği kadın!” Peki, ben onu seviyor muyum?- Herkesin önünde dans edip şarkı söyleyeceğim, o da alkışlayacak. Babam kentli olmasına karşın izin vermedi anneme. ”Seven erkek kıskanır.” diyordu. ”Sen çok güzel bir kadınsın. Adın kötüye çıkar. Büyük kentlerde seni harcarlar. Sonra. X... memurunun karısı diyecekler. Bunu taşıyamam. Otur çocuklarını büyüt, en büyük sanat bu! “

İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:30 (UTC)
Mesaj:Tasarladığı projelerde grup çalışması yaptığı arkadaşlarını, onlardan habersiz ortak etmişti bu oyuna...
Konu üzerinde tartışmalar başladığında, grubun en yakışıklısını imgelemindeki yolculuğa çıkarıyor; çırılçıplak soyuyor, göğüs kıllarından başlayıp kasıklara doğru okşayarak gezdiriyor parmaklarını. Yakışıklı zevkten kıvranırken, kendi giysilerini çıkarıyor bir çırpıda. Sonra parmak uçlarında dönüp dans ediyor. Kendi vücudunda gezdiriyor ellerini. Dirileşmiş göğüs uçlarından kasıklarına doğru çağlayan ırmağın peşi sıra sürükleniyor. İşaret parmağı G noktasını bulduğu an, boşlukta yankılanıyor çığlığı: ”İşte seni de terk ettim yakışıklı!”
O saf, köylü çocuğunu terk edemedim.
Grup çalışmalarına sonradan katılmıştı o. 1.65’lik boyu, yanık teni, kırık şivesiyle herkesin maskotu olmuştu.
Her isteğimizi karşılıyordu. Tüm angarya işleri ona yaptırıp dalgamızı geçiyorduk. Ciddiye alındığını düşünüyor, bizlere saygı duyuyordu. Ders saatleri dışında buluştuğumuzda hesabı ona ödetiyor, ertesi güne hazır olması gereken araç-gereçleri ona yıkarak ayrılıyorduk.
“Sevgilim” diyordum ona. Narçiçeği gibi kızarıyordu. ”Ben kim, sizin sevgiliniz olmak kim?” deyip iç çekiyordu. ”Söz; okul bitince seninle evleneceğim. İstersen bize gel bugün, annemle tanışırsın. ” Büyüklerine saygıda kusur etmeyen çocuklar gibi takılmıştı peşime. Annem geç gelecekti. Bunu ona söylemedim. Mutfağa geçip yemek hazırladım. O da salatayı yaptı. Tabakları masaya yerleştirdim. Kırmızı mum, şarap... Her şey tamam.
Annemi beklerken birer kadeh içmeyi önerdim. İlk yudumun ardından al al oldu yanakları. Elini tutup gözlerinin içine baktım. Bakışlarını kaçırdı. Daha önce biriyle olmadığını gösteriyordu bu. Tuhaf bir durum vardı ortada: Ben de hiçbir erkekle birlikte olmamıştım. Lisede bile erkek arkadaşım yoktu... Erkeklerin hepsini aynanın içine hapsetmiştim. Canım isterse, izin veriyordum çıkmalarına. —Baba evinden kaçış planları yaparken “sevgili” durumlarını atlamıştım.- Babam gibi, yakışıklılığından başka sermayesi olmayan bütün erkekler, terk edilecek varlıklardı; hepsi bu...

İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:30 (UTC)
Mesaj:Kaçış planları yaparak geçirdim yıllarımı. Geceleri, herkes uyuduktan sonra odamın kapısını kilitler; annemin aynasının karşısında, yorgunluktan bitkin düşene kadar dans ederdim... Müziksiz dansetmenin sızısı çöreklenirdi yüreğime. TV dışında hiçbir müzik aletini eve sokmayan babama nefretim daha da büyürdü. Annemin o büyülü sesinden usuma kazınan ezgileri mırıldanır, çırılçıplak kalana kadar soyunurdum. Vücudumu okşamaya başlardım sonra. Aynanın sınırsız boşluğunda sevişirdim; düş bozucu olarak gördüğüm bütün erkeklerle... İntikam hırsıyla kavrulmuş bedenimin kasıklara vuran acısıyla haykırırdım: Sizi terk ediyorum...

Kaçış planlarını gerçekleştirememişti ama üniversiteyi kazanınca, babası kızına söz geçiremeyeceğini anladı; zorunlu olarak annesinin yanına gönderdi onu.
Çok sonra, bu gönderiş biçimini sorgulayıp durdu: Acaba annesi, evi terk ettikten sonraki dönemde konservatuarı bitirip, özel bir okulda müzik öğretmeni olmasaydı, babası onun yanına gönderir miydi? Hem niye boşanmamışlardı bunca yıl? Annesinin o berrak sesiyle okuduğu şarkıların kasetini almış mıydı? Almamışsa televizyonda dinlemiş miydi? Bu ve benzeri sorular hiç bırakmıyordu peşini. Geçmişe sünger çekmeye karar verdi: Dokuz yıl aradan sonra annesiyle birlikte olmanın tadını çıkaracaktı.
Üniversitenin ilk yılları çok zordu. Hiç bilmediği bir alana atmıştı adımını. Düş ülkesi uzaklığında kalmıştı bale; reklâm dünyası ise bir o kadar yakın.
Proje, tasarım, grafik, metin, metinler arası geçiş... Bunalmıştı. Her şeyi yüzüstü bırakmak geçiyordu içinden. Dans dışında bir uğraşı olmasın istiyordu.”Yaptığın işi, oyun gibi algıla. Bundan para kazanacağım, diğerinden zevk alacağım; ikisini de aynı anda başarabilirim, sözünü verirsen, mutlu olduğunu görürsün.” diyerek destek veriyordu annesi.
Oyun... Yaşam da bir oyun değil miydi? Bize uygun görülen rolleri ezberliyoruz hep. Repliklerimizin tekrarı yok. Suflörlerimiz olmadan var olma savaşı veriyoruz. Perdesiz bir sahnede sergileniyor gösteri...

İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:30 (UTC)
Mesaj:Kocası gelmemişti henüz. Ona yemek hazırlayabilirdi. Üniversite yıllarında olduğu gibi...

“Şarkıcı olacağım!” diyerek evi terk ettiğinden beri, görmemişti annesini. Babası izin vermemişti buna.
Dört kardeş, “anne” sözcüğü yasak bir ortamda yaşadık dokuz yıl. Babam küçük bir ilçeye tayin istedi. Kendimize bakacak kadar büyümüştük. —Sanırım, bunun için beklemişti bunca yıl.- En küçüğümüz –o da benim- on yaşındaydı. Annemin gidişine ben üzülmüştüm en çok. O, benim için, yaşamın vazgeçilmez kaynağıydı. Onunla soluk alıp veriyordum. Babam işe, kardeşlerim okula gidince, annemle paylaştığımız sırların uygulama saati başlardı. Evdekilerden habersiz bale kursuna yazdırmıştı beni. O da şan dersleri alıyordu aynı binada. Önceleri oyun gibiydi her şey. Balerin kıyafeti giymek, parmak uçlarında yükselmek, elleri baş üstünde birleştirerek hafifçe yana doğru eğilip selam vermek çok eğlenceli geliyordu. Daha sonra dans etmek tutku haline dönüştü. Annemle evde yalnız kaldığımız saatlerde o şarkı söylüyor, ben dans ediyordum. Okul çağım geldiğinde, annemin mutfak masrafından arttırdığı paralarla özel eğitim veren bir anaokuluna yazdırıldım. İlk bale gösterimizi yılsonu balosunda sergiledik. İzleyenler arasında babam da vardı. Gururlanmıştı, yine de “Bundan niye haberim yok!” diye çıkışmıştı anneme. Benim bale eğitimim açığa çıkmıştı ama annemin aldığı eğitim “sır” olarak kaldı. ”Bunu sakın kimseye söyleme! İkimiz de sevdiğimiz şeylerden yoksun kalırız sonra."
En büyük yoksunluğu onun gidişiyle yaşamıştım. Yaşımı unutmuş olmalıydı babam; beni suçluyordu durmadan. İstesem, engelleyebilirmişim onu. En azından, gideceğinden haberdar edebilirmişim... Annemin ‘suç ortağı’ olarak gördü beni; affetmedi hiç. Kardeşlerime gösterdiği ilgiyi esirgedi benden. Evin temizliğine bakan kadına emanettim. Bir suçlu gibi sürekli gözetim altındaydım. Kadınla gidip geliyordum okula. O küçük ilçe, bale yaşamımın sonu oldu. Düşlerimizin önüne engel koyan, başkalarının önünde şarkı söylemeyi, dans etmeyi namussuzlukla eş tutan babamdan nefret ediyordum. Yemin ettim; fırsatını bulur bulmaz kaçacaktım!

İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:29 (UTC)
Mesaj:

Aynadan bakıyordu annesi. Düşlerinin peşine takılıp gitmeden önceki gibi alnından öpüyordu. Başındaki ağrı hafiflemişti. Ilık duşun altına girdi bu kez. Kurulandı. Geceliğini giyindi. Güzel bir rüyanın izleri vardı kocasının yüzünde. Ona sarıldı, kokusunu çekti içine; uykunun güvenli kollarına bıraktı kendini...

Sabah işyerine geldiğinde neşeliydi. Sevdiği bir şarkının sözlerini mırıldanarak girdi odasına. Uzun bir gün vardı önünde. Reklâm metnini gözden geçirdi. Çekilecek sahnelerin akış seyrini ayarladı. ”Ürün en çarpıcı şekilde tüketiciye nasıl sunulur?” konulu toplantıya katıldı. Öğle yemeğini ayaküstü geçiştirdi. Reklâm filminde oynayacak “yeni yüzler”in fotoğraflarına baktı. Ses kayıt aletini kontrol etti. Ürününü tanıtacakları firmanın temsilcisiyle saat 15.00’da yapacağı görüşmeye hazırdı.
Firma temsilcisi odasının kapısını tıklattığında ayakta bekliyordu. El sıkıştılar. Otuz-otuz beş yaşlarında, oldukça yakışıklı bir adamdı. Karizmatik duruşu, erkeksi kokusu içindeki ‘ben’i çıkarıyordu ortaya. ”İşte, terk edilecek bir erkek!”
Onun cazibe alanından çıkmaya çalıştıkça yenik düşüyordu iradesine. Yeniden başlıyordu her şey: Kulakları sağır, gözleri kör olmuştu. İmgelemindeki yolculuğa bıraktı kendini...
Issız bir sahil kasabasında, çırılçıplak uzanmıştı kumsala... Balıkçı tekneleri sonsuzluğa yol alırken, kıyıyı döven dalgalar arasından geliyor temsilci. Onun da üzerinde bir şey yok. Elini uzatıyor: “Gel! Irmaklarımızın suyu karışsın denize...” Üşüyen ruhunu esir alıyor soğuk su. ”Çıkalım!” diyor, titrek bir sesle. Temsilcinin göğsüne gömüyor başını: “Hadi, iyileştir beni; dans edelim!” Evren, gök ve denizin birleştiği noktada yok olmuştu. Usul usul kanını akıtıyordu güneş mavi çarşafa... Kanatırcasına öpüyordu dudaklarını temsilci, sonra da yalvarıyor :”Hep yanımda kal, ne istersen yaparım!” Çığlık çığlığa zıplayan balıklara pike yaparken martılar; terk etmenin coşkusu dalgalanıyor yüreğinde.
Kapının iki kez tıklatılmasıyla kendine geldi. İçten teşekkür etti çay servisi yapan kadına.
Kayıt aletini kapattı. Birkaç dakika izin isteyip dışarı çıktı. Reklâm müdürüne iyi olmadığını, söyleyip eve gitti.

İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:29 (UTC)
Mesaj:Üzerinden sular damlayarak çıktı banyodan. Holün ışığını yaktı. Çerçevesi kabartma işlemeli aynada çıplaklığını seyretti bir süre. Ruhunun derinliklerinden yansıyan müzik eşliğinde, ritmik hareketlerle dönmeye başladı. Vücudunun her bölgesini okşayarak, az önce sevişen kendisi değilmiş gibi, zevkten çıldırmış halde dans ediyordu. Yapışkan sıvı bacak aralarından sızarken, çığlığını eliyle kapattı: ”Seni terk ediyorum!”
Sakinleşmişti. İlk kez görüyormuşçasına aynanın kabartmalarını inceledi. Annesinin ‘gece halleri’ nin tek tanığı...
Sırları dökülmeye başlayan bu aynaya yüklemişti şarkılarını annesi; kimselerle paylaşamadığı sırlarını, bastırılmış duygularını...
Büyük bir düşü vardı annesinin: Sahnede şarkı söylemek! —Düşler umuda yolculuktur; yürek odalarında saklanmalıdır.- Yarınlara erteledi kendini. Erken evlenmenin sorumluluğu, ikişer yıl arayla doğurduğu dört çocuğu büyütmenin zorluğu ve memur olan kocanın maaşıyla yaşanan geçim sıkıntısı... Yemek yaparken, bulaşık yıkarken, evi temizlerken tıkırtılar gelirdi yüreğindeki odadan. Söz geçiremezdi duygularına... Kabartmalı ayna göz kırpardı ona... Müziğin ezgilerine karışırdı sevinci... Çocuklarına anlattığı masalları şarkılarla süsler, düşsel bir yolculuğa çıkarırdı onları... Kendisini desteklemediği için nefret ederdi kocasından. Her gece onun derin uykuya dalmasını bekler, holün ışıklarını yakar, eline mikrofon niyetine saç fırçasını alır, aynanın karşısında alırdı soluğu. Aynada uzayan görüntüleri seyirci yerine koyar, “hoş geldiniz” in ardından, başlardı mini konser. Her şarkının bitiminde alkış tufanı kopmuşçasına yerlere kadar eğilip selam verirdi. Dört kardeş, uykulu gözlerle, sessiz, ayakta izlerdik onu... Yüzü aydınlanırdı. Öpücük delisi yapardı bizi... “Konseri beğendiniz demek. Güzeeel! Yarın yine bekleriz. Şimdi uykunuzu dağıtmadan doğru yataklara...”

İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:28 (UTC)
Mesaj: A N N E M İ N A Y N A S I

Aysel Yenidoğanay Gökçelik



Çıplaktı. Kımıltısız; sırtüstü uzanmıştı yatağa. Ay tül perdenin ardından parçalanarak sızıyordu karanlık odaya. Tenindeki ter damlacıkları ışık kırıntıları eşliğinde kristale dönüşüyorlardı. Binlerce parçaya ayrılmıştı sanki bedeni. Yorgun, bitkin ve mutsuz. Bir de suçluluk duygusu... Her sevişmenin ardından hissettikleri buydu...
Yanında uyuyan adama baktı. Kocası mıydı gerçekten? Yoksa her gece farklı kimlikler, kişilikler yüklediği -yeni- bir yabancı...
Her defasında başka adamları düşleyerek sevişiyordu kocasıyla. Uzun boylu, yakışıklı adamlar... Önce dansıyla baştan çıkarıyor, sonra izin veriyordu dokunmalarına. Kasıkları çatlayacak duruma geldiğinde, onları üzerinden ittirip haykırıyordu: ”Sizi terk ediyorum!”
Çatlayacak gibiydi başı. Üzerine bir şey almadan kalktı yataktan. Mutfağa geçti. Çekmeceleri karıştırdı. Ağrı kesiciyi bulmuştu: Susuz yuttu onu. Şakaklarını, alnını ovuşturdu. Gittikçe şiddetleniyordu ağrı. Soğuk duşun altına girdi. Bacak aralarındaki yapışkan sıvıyı temizledi. İğreniyordu bu sümüğe benzeyen şeyden. Akıntısız bir sevişme ne harika olurdu kim bilir? Dansla estetiğin doruk noktası...

İsim:aysel
E-mail:ayselgokcelikyahoo.com
Zaman:30.08.2008, 10:23 (UTC)
Mesaj:EYLÜL KOKULUM

uzun bir yolculuğa çıktım gözlerinde
eylül kol geziyordu sokaklarda
aşk devrimi bu
yıkıldı tabular
özgürlüğe alkış tuttu yüreğim

sonyazı uğurlamaya kıyamadı ağaçlar
yapraklar çiy tanelerine tutundu
yeşil kahkahalar attı dallar
serçeler sevinç çığlıklarında
seni seviyorum diye haykırmanın zamanıdır

sabahlar hep eylül koktu seninle
türkülerimin dili oldun
yastığımın nakışı/bedenimin yorganı
karanfil oldun göğsümde açan
aykırı bir sevdayla büyüttüm seni


İsim:CevDeT EnGiN
E-mail:cevdet_engin2727hotmail.com
Zaman:22.02.2008, 13:41 (UTC)
Mesaj:SeLam gusel site en azından bi konuyu ele almıs sitenin hit ini arttrımak ve arttırmak isteyen arkadaslar www.banner-takas.tr.gg beklerim sizide tekrar tbrk ederim

"AYAZDA BİR YÜREK"  
 
manşetler


Myspace
    LayoutsGet your layout at Myspace Layouts

İsraili boykot
 
ANKET  
 
 
"KADIN"  
  Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde isinmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o,ne bu,ne döşek, ne köçek,ne ayal,ne vebal.
O benim kollarım,ayaklarım,başımdır.
Yavrum,annem,karım,kızkardeşim.hayat arkadaşımdır...

Nazım HİKMET
 
"BENDEKİ KANTAR"  
  El uzattım Uzaklaştınız. Ne sordumsa, Kuşkuyla yaklaştınız. Bir tek lokma istedim, Kılı kırk yardınız. Elimi kolumu bağladınız. Ve ne verdiyseniz, Bile bile aldım çaresiz. Biliyordum çünkü, Bozuktu bütün tartılarınız. Gelin bakın isterseniz. Bendeki kantarda, Hepside eksik... Fuat DUYMAZ
 
Seni Ben Yüreğimle Yaptım Kadınım  
  Ben seni,kendi ellerimle yaptım kadınım.
Su Toprak Ve ateşten...
Yüzünü yaptım Kendi yüzümü yapıştırdım...
Ay parçası Güneş yanığı yüzümü...
İki tane göz koydum Kara kara,zeytin tanesi
Kendi içine ağlayan Dışına gülen...
Kıvrımlarında güller açan, Kırmızı dudak kondurdum... Dolgun Öpülesi Zaman zaman öpmeli...
Sonra akıl doldurdum içine Düşünülesi Düşünselli insaları İllada çocukları... illada çocukları...
Ayak yaptım,kol El yaptım öpülesi Yardım sever Sıcacık... Karadenizde,takada, Elleri üşüyen çocukları ısıtan, elleri...Düş kondurdum Sonra akıl uçlarına...
Kaktüsü bol alan bozkırlar...
Kıl çadırda büyüyen sevdalı kızın düşlerini Okuyan,kalem tutan Seven,ölümüne seven Ayrılan,ölümüne ayrılan... sevdalı düşleri... Pamuk işçilerinin yanık alınlarını Pamuk kokan ağızlarını çocukların...
Egede, tütün işçilerinin tedirginliğinin, çırpınmasını Doğuda, koyun'unu kurda kaptıran, çobanın korku dolu düşünü koydum... Ve sona sakladım en güzelini Olmazsa olmazı... Bir çift yürek koydum içine İçi insan İçi umut kırpıntısı Hüzünlü Ve hep ezik... İşte kadınım...
Ben yüreğimle oynadım,Yüreğim seninle...
Kusuruma da bakma Seni ben kanayan yüreğimle yarattım... Ondandır ağlamaların, On-dan-dır bu ezikliğin Bu, tarumar halin... --------------Seni Ben...



Bahtiyar Arslan

 
Bugün 6 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol