Zaman...
Neden tanımlayamaz ki onu insan? Benzetmeleriyle de olsa bir kalıba neden sığdıramaz ki? İnsanoğlu kendi geçmişine bile neden dokunamaz ki?
Zamanın nedenlere boğduğu insan sonra keşkelerle doğup. Hayallerle, rüyalarla süsler yarına mektubunu.
Tanımlanmaz, kalıplara sığmaz zamandır oysa kâinata kalıbını veren, insana kendini tanıtan.
İnsan… Zaman… Hayat ve Aşk…
Bir türlü sonu gelmeyen, getirilemeyen bir liste her yeni bilinçte yeniden ele alınır. Farklıca dinlerde, kültürlerde, nefislerde ve bilhassa zamanlarda farklıca tanımlara, kalıplara dökülürler.
Bir de ölüm var tabi. Varlığı zaman kadar bariz, tanımı da bir o kadar zor bir kavram, kavranabilirse tabi. Sahip olunanların, tanımlananların ötesinde bir varlık. Buna yokluk demek de mümkün tabi. Toprağın insan kalıbına, sonra da ölümle eski haline sokuluşu da hep zamanın başının altından çıkar.
Dün ve Yarın...
Tüm yapabildiğimiz işte, bu iki satırın arasına olabildiğince çok tanım sığdırmak.
Dün... Seni seviyorum... Anne... Ölüm... Allah ve Yarın...
Oysaki yarından sonrası yok!
Sonrası yok yarının. Bir sonranın içindeyiz zaten. Ardımızda o kadar çok keşkeler var ki; şimdi elimizde nedenlerden, niçinlerden başkası yok.
İnanç, umut ve sevgi insan hayatının kara kutularıdır. En azından farklıca tanımlayabildiğimiz durumlardandır.
İki cihanda kalbim yalnız senin olacak!
Ölümden sonrası da bir umuttur işte. Dünü inanç, yarını sevgi olan bir umut!
Gül CEYHAN